28 Kasım 2013 Perşembe

Leke

— Baba gelsene bi ! Baba.
— Geldim,heh noldu ? "
— Şuraya baksana baba ! Bak, sinek penceredeki iki camın arasına sıkışmış. Çıkmaya çalışıyor, nasıl girdi ki oraya baba ? "
— Ne biliyim olum ben. Su gitsin diye açılan deliklerden girmiştir.Hem sen bunun için mi çağırdın beni ?
— Evet. Çıkartmamız lazım ama baksana hep cama çarpıyor. Boğulacak ki. Hem yemek filan da yiyemez.
— Ya olum saçmalama sinek o alt tarafı.
— Ama ölecek o annesinin yanına gitsin merak etmemiş midir ? Gitmek istiyor bak bak.
— Camımı kıralım şimdi bi sinek için onu mu istiyorsun ?
— Ya ölcek ama böyle kalırsa, korkuyor mudur acaba baba ? Ben ona söyledim zarar vermicem dedim.
— Ya hadi olum sen git resim çiz. Ya da Kaan'ı çağır bize oyun oynayın beraber hadi.
— Ama baba sine..
— Kime diyorum ben hadi çık odadan hadi.

***

— Oğlum sen napıyosun orada? Yine mi girdin odaya !
— Delikten susam atıyorum baba, karnı acıkmıştır sineğin baksana yoruldu artık yürüyor sadece.
— Ya sabır ya !
— Ben ona yol gösteriyorum çıkması için parmağımla ama takip etmiyor ki o beni.
— Bak birazdan ölecek o. Bırak artık onu sen.
— Ölmesin ama o çıksın evine gitsin.
— Olum o sinek !! Sinir etme beni !
— Ben beklicem onu baba. Yalnız kalmasın ki o.
— Hah, otur burda böyle tamam mı ölecek birazdan o bekle ölesiye kadar aferin sana
— Belki çıkar ben onla konuştum çıkarsa yine gelecekmiş yanıma.
— Tabi oğlum tabi.


***

— Hahah, noldu ? Öldü di mi ?
— Öldü.
— Ben sana dedim oğlum çok mızmız ettin. Bırak artık onu hadi çekil pencerenin önünden.
— Tamam.


40 yıl sonra...



— Baba nereye gidiyoruz ?
— Dedenin yanına oğlum hastaneye.
— Baba dedem balık tutmak istiyormuş çok bana öyle dedi. Hastaneden çıkınca gidelim mi ?
— Oğlum deden çok hasta, hastaneden çıkamayabilir.
— Nasıl yani baba ? Hep hastanede mi kalacak dedem ?
— Hayır oğlum hastaneden çıkacak ama belki yaşamıyor olur.
— Ama biz balık tutucaz ki.
— Tamam oğlum tutarsınız tamam. Söyle bakalım,dün sen ne çizdin öyle kimseye göstermedin ?
— Sana göstereyim mi ? Ama kimseye söylemek yok. Söz mü ?
— Söz.
— Erkek sözü mü ?
— Erkek sözü oğlum.
— Tamam,bak balık !
— Hay allahım ! Olum onu dedene göstermek yok. Aklına getirme adamın unutmuştur şimdi.
— Ya niye ama dedem istedi benden sen çiz dedi ki duvara asacakmış.
— Hayır ! Rahat bırak adamı sen üzülme diye demiştir balık filan yok başımıza iş çıkarma bizim. Oraya gidince de dedenle çok konuşmak yok. Esin ablan ile oturacaksın tamam mı ?
— Tamam..


***

— Babaaa! Babaaa! Bak ne aldık biz Esin ablayla.
— Olum bağırma hastane burası.
— Bak ama bak biz Esin ablayla balık aldık,poşette ama,bir an önce fanusa koymamız gerekiyormuş.
— O nereden şimdi çıktı ? Dedenin aklına sokma şunları demedim mi ben sana ?!
— Ama dedem balık istiyor.
— Ver şunu.
— Ya hay.. Patladı ! Çırpınıyor..
— Hah aferin,ölecek birazdan. Gel içeri rahatsız ettik insanları,ölür o birazdan hemşire süpürür.
— Olmaz ama ölürmüş o susuz kalırsa. Balııık. Ölme tamam mı ?
— Yürü çabuk bırak onu hadi yürü.


***

— Olum napıyorsun sen burda ne var o çöpte?
— Balık..
— Eheh ben sana demedim mi ölür o diye?
— Ölmüş.
— Hadi gel içeriye girelim orada konuşmak yok dedeni rahatsız etme.Bu olaydan bahsetmek yok.
— Tamam.




8 Kasım 2013 Cuma

what uh,what what uh,what uh

İçinde mi dışında mı ? Bir şeylerin sürüklediği kesin. Aferin butonlarını bozduğumda hayal kırıklıkları da bitecek.Koluna konan sineğin avuçlarını ovuşturması gibi. Aç gözlülük. Yukarı çıkartmamak senin elinde.
Kitabı açabilirsin. İzlemeye devam et. Ya da bir dur. Böyle her şeyin en anlamsız geldiği gün dur. Ne kaybedersin ? O halini bozma." Neyse ya " deyip örseleme bunu. Onlar seni mutlu etmiyor çünkü. Mutçu olmak zorunda mısın ? Çok yoruluyorsun. Fazla koşuyorsun. Ama niye hep aynı yerdesin ? Çemberin içindeki fare gibi. Dur artık.

Çok güzel tınılar var değil mi ? Sen ne buluyorsun bunda? Bazı insanlar,izlediğin filmi tekrar izlemek gibi sürpriz yok. Aslında bakarsan hormonların dışında başka şeyler de var. Olması gereken her şey. Dizayn edilmiş gibi. Peki ben nerede durmalıyım ? Düşüncelerden kaçıyorsun. İşine gelmiyor da olabilir. Biliyorsun ki kulağımdan uyuşturucu alıyorum. Aklıma sığmıyor. Çürük bir kavun kadar beynim varken nasıl olanları anlayabiliyorum ? Belki bu iyi. Herkes bu kadar çokken peki nasıl bu kadar aynılar ? Buna ne demeli ? Düşünmen gereken daha mühim şeyler var. Kafanı kaldır bak. Parlıyorlar. Çember gibi. Yuvarlak olan. Düşün artık.

Bir de oda parfümleri var. Sistematik bir şekilde aynı kokuyu atıyorlar. Bazen çıldıracak gibi oluyorum demiştim. O bazenler artıyor bazen. Bu bir paradoks adayı. Rüyalarını merak ediyorsun onu anladık ben girdiğim rüyaları da merak ediyorum. Bu daha başka kabul edelim. Eğlence nedir sorusunun cevabı bittiğin zaman. Hangimiz daha parlayacak ? Hangimiz daha çok göz kamaştıracak ? Yastığın ipliklerini sökerken ve ağzındaki yemeği emerken ki gibi bir şey yok. Hadi bırak artık şunları. Bir kere olsun. Sor kendine. Bir bak, kendini oku.Yaklaş artık.

28 Ekim 2013 Pazartesi

Hint Kumaşı

Avuçlarını birleştirip yüzüne attığı suları yanaklarından çenesine doğru süzülürken görüyordu aynada. Yeni uyanmasından olacak gözleri küçücüktü.Havluyla sildi yüzünü.Terliklerini giyip televizyonun karşısına geçti.
"Sayın seyirciler,hem savaşı beraber izliyoruz,hem de uzmanlarımızla değerlendiriyoruz."
Birkaç tuş darbesiyle katliama uğramış insanların cesetlerini sansürlü gösteren haberleri geçerken sıcak kahvesinden yudum alıp boğazından geçirdi.
Bartucan'ın Facebook hesabında " Orada insanlar ölüyor! Siz anca klavye başından konuşun. Hiç mi düşünmüyorsunuz ya? " yazıyordu. Kendisini aktüel konularda gayet meraklı ve dünyanın gidişatından endişeli biri olarak lanse ediyordu.
Kahvesini bitirdi.Kahvaltıyı birazdan yapacaktı çünkü yapması gereken daha mühim bir iş vardı. Annesinin masaya koyduğu tabakları iyice düzenlemeye başladı.Yağ kutusunda çok az yağ kalmıştı. Bu yüzden derhal onu birazdan çekeceği fotoğrafta yer almasını istemedi.Rezil olmak istemezdi.Güzel donaltılmış bu kahvaltı masasının fotoğrafına çekip Twitter hesabına koydu.
" Brunch zamanı.Herkese Günaydın! * * "
Yine Bartucan aynı Twitter hesabında Afrika'da açlıktan ölen çocuklara ses çıkarmayan insanları azarlıyor,onlara haykırıyor " Orada çocuklar ölüyor sizin aklınız alıyor mu? İnsanlardan nefret ediyorum " diyordu.
Bartucan kendini çok kitap okuyan biri olarak görüyordu öyle olacak ki gördüğü her kitaptan birkaç paragrafı işaretliyor,fotoğrafını çekip ;
"Adam yazmış abi." yazıyordu.
Aynı zaman Bartucan,bilgili ve çok kitap okuyan birisiyle konuştuktan sonra onun arkasından, ortalama zekasının esprisiyle :
" Ya çok okumayacaksın öyle üşütürsün yani abi. " diyordu.
Bartucan kahvaltısını yaptıktan sonra bilgisayarın başına geçti,bir haber gözüne takıldı.Haberin hepsini okumadan öyle bir göz gezdirdi.Anladığı kadarıyla internetteki insanların gizlilik ihlallerinin düzenlemesiyle ilgili bir yaptırımdı.Derhal atağa geçmesi gerekiyordu öyle de yaptı.Tüm hesaplarında hiçbir yerde özgür olamadıklarını her yerde izlendiğini belirtti.Herkes dinleniyor,herkes izleniyordu.
Öte yandan Bartucan'ın Facebook hesabında yer bildirimleri bulunuyordu. Arkadaşlarıyla gittiği kafede yediği pastanın fotoğrafını çekip altına :
"Pasta keyfiii .p .p" yazıyordu.
Profil bilgilerinde cep telefon numarası dahi bulunuyordu. Yine de gece yarısı gizli numaradan onu çaldıran insanları anlamıyor, Twitter hesabına :
" Bu gece kimin aklına geldiysem gizliden çaldırıyor hey allahım. " yazıyordu.
Okula gitmesi gerekiyordu artık.Bu yüzden her zaman ki gibi aynanın karşısına geçip 5-6 cm lik saçlarıyla yarım saat uğraştı ve 5 liraya açıktan doldurttuğu parfümünü fillerin yıkanması gibi üstüne boşalttı. Okula gittiğinde arkadaşlarıyla arasında şöyle diyaloglar geçiyordu:
" Reyiz yakıyorsun yine ya saçlar falan. " " Yok olum ya sabah kalktım geldim hemen. "
" Reyiz senin bu parfümünün adı ne ya baya iyiymiş? " " Ne bileyim ya annem almış sıktım öyle,pek dikkat etmem ben. "
Epeydir gözüne kestirdiği kızın yanına rastgele oturmuş gibi yapıp oturdu ve muhabbet açmaya başladı Bartucan. Ders de sıkıcıydı kız da dersi dinlemiyordu cep telefonuyla ilgileniyordu.Fırsat bu fırsattı.Kızla muhabbet açtı önce yavaş yavaş ilgisini çekmeye başlıyordu. Coolmuş gibi gözükmeye çalışıyor aynı zaman da çok da kasmamaya özen gösteriyordu.Sonuçta yazacak çok kız vardı. Bu muazzam ayarı çok iyi dengeliyordu.Kıza pek bakmıyor elinde tuttuğu kalemine taklalar attırıyordu konuşurken. Hani küçükken mahalle maçlarında top aşağıya doğru kaçardı ve o sırada mahallenin yetişkin haşin delikanlısı topu alır sektirir,ensesinde tutar,o kısacık sürede Ronaldinho'ya dönüşüp topu tekrar geri verirdi ya işte Bartucan o 45 dakika da etkilemek istediği kıza tüm yeteneklerini sergiledi.
Yeri geldi karikatür çizmeye çalıştı sıraya,yeri geldi kızın defterine şiir yazdı.
Yeter miydi? Yetmezdi.
Kulaklığını o gün evde unutmuştu ve otobüsle eve giderken dinlemekten mahrum kaldığı grupların ismini saydı.Ankara'nın izbe köşesinde yaşayıp,Amerikan seksen hippi gençliği havası veriyordu kendine. Yeter miydi ? Yetmezdi. Bartucan taarruza geçmişti artık. Düşman askerine koşar gibi kıza hücum ediyordu.
Bu sefer elinde daha büyük bir koz vardı.
İzlediği yabancı dizileri kıza belirtip konu açmaya çalıştı zira Bartucan için altyazılı şeyler izlemek ayrıcalıktı. Olmasını istediği her şeye sahip olarak gösteriyordu kendini.
Sınıfın içinde söz alan öğrencilerin arkasından yanağını gerip " Bu ne diyor ya " der gibi gülümseyip onları hakir görüyordu, coolluk derecesini yukarı çekmeye çalışıyordu gittikçe.
Kız, karşısında bu her şeye sahip, ilginç bir kutu gibi gözüken koku abidesine karşı koyamadı. Zaten ders çok sıkıcıydı.Beraber dersten çıkarken sabahki arkadaşlarına bakış attı. Avını tamamlamıştı.
Bartucan'ın bilmediği bir şey vardı. Kendisinden seri üretime geçmiş malzeme gibi biri sürü Bartucan vardı.Yarın o kızın yanına başka Bartucanlar oturacak aynı senaryolar işlenecekti.Bartucan ise kızın arkasından " Zaten kaşardı ya " diyecek,arkadaşlarına öyle anlatacaktı.
Bartucan kadın haklarına çok önem verirdi.Her fırsatta kadınların değerinden bahsederdi.Onların hapsedilmesine,tecavüz edilmesine karşıydı.
Bartucan, GSM operatörlerin standlarında yer alan,avcunun içi kadar etekli, seks objesine dönüşmüş kadınların yanında transfer olmuş futbolcu ifadesiyle gülümseyip elinle okey işaret yapıp fotoğraf çekiliyordu.
Bartucan başkaları için yaşadığının farkında değildi. Onun gibi olmayanlara " içe kapanık,asosyal,süt,saf " diye nitelendiriyordu.
Bartucan kendisini her şeye sahip olarak gösteriyordu. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisinde yer alan piramitten kıçına tava koyup aşağıya kayıyor tekrar yukarı çıkıyordu.
O,olması gereken,çok farklı birisiydi.Kağıt paralarıyla FAKİRİM yazıyordu. Bartucan'ın mükemmel bir yeteneği vardı tüm bu farklı özelliklerinin üstüne mütevazilik kalkanını çekiyordu.Herhangi bir övgü karşısında
" Yok canım estağfirullah ne demek öyle şey. " " Aa olur mu sadece düşünceli davranıyorum ben. " " Yok öyle yetenekli biri değilim elimden geldiğince işte eheh "
gibi hazır cevapları vardı.
Bartucan her şeye sahip olarak gösteriyordu kendini,bir yandan da öyle değilim halbuki ifadelerine giriyordu.
Fakat gerçekten Bartucan'ın sahip olamadığı bir şey vardı.
Kendisiydi.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Islak Bank

Yağmur taneleri ile ağırlaşmış olan tahta parçası solgun bir bedeni taşıyacak ivmeyi buluyordu kendinde.
Yer çekimine karşı koyamayan yaprakların acınası hali...Ne düşüşlerini ahenkleştirecek melankolik fon müziği vardı ne de onları görselleştirip altına sonbaharla ilgili yazılmış birkaç söz.Tüm bunları ıslak bir bankta otururken gördü Zodya.

Gözlerini kapattı,açtığında belki her şeyin renkleneceğini umuyordu.Ağaçların,kuşların,insanların...
Yanıldı.Yere baktı.Güvercin pisliklerini gördü. " Zaten bu dışkılar griydi " diye düşündü.En azından kendini kandırmıyor,olabildiğince düşünceli yaklaşıyordu yaşananlara."Sen karamsarsın çok ya,bakış açını değiştir,bu kadar karartma içini" nidaları geldi aklına.

Sol yanağını gerdi Zodya.

" Heh, herhalde renkli gösteren gözlük takmaktan iyi benim yaptığım,zaten ben ümidimi kesmiyorum hiçbir zaman.Ümidi işkence olarak görenler kendilerini aşağıladıklarından olmalı.Beceriksizliği kabul etmek yakışmaz,boya ve fırça gerekli,en önemlisi de cesaret.Üstelik bir şeyler uğruna ölmek,hiçbir şey uğruna ölmekten yeğdir. "

Dimağından akan düşünceleri,karşısındaki yokuştan aşağıya atmakta olan kaldırım kenarındaki sulara benzetti."Su akar yolunu bulurdu elbet,ya düşünceler,düşünceler de bulur muydu?" diye geçirdi içinden yine cevabı kendi verdi mırıldanarak.

"Evet yeter ki aka dursun."

Keskin nem kokusunu algılıyordu,biraz ıslak çim ve çamur kokusu da vardı.5 duyu organını kullandığı aklına geldi o an,zaten ne zaman isteyerek koku almaya çalışsa aklına gelirdi bu. "Üniversite sorularında yer alan ve amacı duyularını faaliyete geçiren karakter gibi oldum,bu soru da ne işim var benim? Sahi,neden buraya geldim ben?"

Bilmiyordu,ama önceden bu bilinçsiz tavrını planlamıştı.İhtiraslı bir aşkın sonucunda da sürüklenmedi buraya.Bayağılıktan kaçmak istedi belki de,kafasında navigasyon cihazı olsaydı,sinyaller yayıp bu bankı işaret ederdi.

Büzüşmek çok hoşuna gidiyordu hava da buna çok müsaitken.Dilini saatlerce emip yerdeki oyuklara bakmak kadar güzel bir şeyler daha olabilirdi belki,bedeni mesela.Güzelliğinden değil de kıyafetlerin altında saklamak da güzeldi onun için.Bunlar çok manasız geliyordu bazen kendine bile ama olsun bu yine iyiydi.

"Acaba benim hayatımın fon müziği ne?" diye kendine sorarken Zodya  "Ah" diye bi yakarış duydu.Bu kendi sesi değildi,içindeki ses de değildi.Aklı tek kafası çiftti zira.Aranma zahmetine girmeden de bu sesin kaynağına yöneldi.Zarafet olmasa bile sükunet abidesini gördü.Parmağını aşağı-yukarı hızlıca sallıyordu.Sigarasını yakarken kibritle parmağının ucunu yakan naif insanı gördüğünde aklına hemen Atilla İlhan'ın Üçüncü Şahsın Şiiri geldi.

Zodya sağ yanağını da gerdi.

Gülümsedi.

"Ben sigaranın sadece ciğerleri mahvettiğini biliyordum,aktivitesi bile zararlıymış."diye söylenirken bunun içinden değil de iki dudağının arasından yaydan çıkmış ok gibi gittiğini fark etti.

Puneçka,şaşkın şaşkın baktı,gülümsedi,sonra sigarasını yakmanın verdiği başarının sevinciyle bir kez daha gülümsedi.Hiç tereddüt bile etmeden kalkıp Zodya'nın yanına doğru ilerledi.Yine hiç tereddüt etmeden ıslak
banka,Zodya'nın yanına oturdu.Zodya altta kalmadı.

"Başardın."
"İçer misin?"
"Kullanmıyorum."
"Bakma, bende nadiren işte."

"Fight Clup'daki Marla mı zannediyor kendini nedir?" diye düşünürken Zodya bir an irkildi.

"Ben Puneçka"

Zodya kafasını çevirmeye cüret etti fakat Puneçka yerdeki oyuklara,kuş pisliklerine odaklanmıştı bile.Zodya kafasını tekrar yere çevirdi,anlam veremiyordu ama böyle bir şey umuyordu hep.Belki Puneçka'da öyle düşünüyordu hiç çekinmeden bu rahat davranışın sebebi bu olabilirdi belki.Ama bu bankta ne tutkulu bir aşk çıkacaktı,ne de tek kullanımlık orgazm,zaten öyle insanlar değildi.Birisi kalkıp gittiğinde birbirlerini bir daha göremeyeceklerini biliyorlardı zaten görmekte istemezlerdi.Bu huzuru,bu düşünce akışını paylaşmak yeterdi.

Bu sefer araya uzunca süren gri tonda sessizlik.Sabahın erken saatleri olduğu için pek insan da yoktu.Kuşların kanat çırpınışları ve dükkanlarını açan esnafların meydana getirdiği sesten başka bir şey bulunmuyordu.Bunu Zodya bozdu.

"Neden burdasın?"

"Bilmiyorum."

28 Mayıs 2013 Salı

kaldırım tozu

20 yıllık deliklerden
pek çok şey izledim
bazen güldüm
bazen ağladım
mermerimi asfaltta kaydırırken
çokça mutluydum
dizimde çiğnenmiş ekmeğe rağmen
yaralarıma ağladım
koşturdum da yoruldum
balonları uçurdum
uçurtmanın ipini tutamadım
beni de çeker diye
bilyeleri vururken
tırnaklarımı acıttım
nefes aldım,nefes verdim
giysilerime sığamadım
dudaklarımı kilitledim
ben en arkada seyrettim
filmin sonunu hep önceden
düşündüm
sevinçlerde, mutluluklarda
kendime pay çıkardım
üzgünlüklerde, kavgalarda
"o topa ben vurmadım"
çok farklı olması için
uçurtmamı boyadım
ama bir türlü uçuramadım
kızarmış ekmek kokusunu
temiz çarşaf kokusunu
biçilmiş çim kokusunu
içime nakşettim
cips paketlerini sıkarken bile
hoş azarlar işittim
yanıma oturanlar oldu
kalkmaları ani oldu
sahip olamadım onlara
kaldırımdaki tasolarım kadar
özendim,özendirdim
acıdım,acındırdım
çizgi filmin başında
kükreyen aslan olamadım
farklı hikayelerde kendimi aradım
beş sayfadan sonrasını bulamadım
ama ben onları hiç
unutamadım
silgim yoktu karaladım
sayfam yoktu koparttım
yaldızlı pekiyilere sinsice baktım
aferin butonları çalışsın diye
çiçek oldum,oturdum
kimi zaman ilgi çekmek için
böcek oldum saldırdım
ben gerçekçi olamadım
karnımda televizyon yoktu
kalktım yürüdüm
düşüncelerime sığımadım
çok pişman oldum
çok harap oldum
sorguladım da buldum
içimdeki varlığı
şimdi artık deliklerden
bakmaya değil
görmeye başladım

29 Nisan 2013 Pazartesi

Umursanmak

Bunu yazmamın sebebi içimde saklı,düşünüp arasam belki sobeleyebilirim.Yaşadıklarını,üzüntülerini ve kederlerini yazıya,dile yüzeysel,sade dökebiliyorsan bu diğerleri için oldukça basit oluyor.

"çok acı çekiyorum, üzülüyorum " ile " yağmurları çok severim gözyaşlarımı saklıyorlar " arasında aslında bakarsan hissiyat açısından fark yok.Biri gözyaşının etrafına rimel çekiyor,diğer salt saf gözyaşını akıtıyor.Bize ise belirgin,renkli olan gözyaşı daha cazip geliyor.Onun yaşadıklarını ustura yarasına tuz basmış gibi cıvıl cıvıl olarak görüyoruz.İçimizde bir anlam kazanıyor onun acısı zira o acısını aktarabiliyor.Bu yüzden sen daha mühim daha içsel algılıyorsun.

Diğer yandan sade gözyaşı akıtan bize oldukça sıradan,rutin gündelik üzüntüymüş gibi geliyor.Onun acısını özelleştirmiyoruz.Heyecanlı liseli ağlayışları gibi küçümseyebiliyoruz hatta bazen.

 " ne kadar lüzumsuz şeylere canını sıkıyorsun "
 "ahaha olum mal mısın ya üzüldüğün şeye bak"

Niye böyle?

Bir yanda acısını tabak tabak satan diğer yanda peçetesine akıtıp bırakan,birinin acısı ortaklaşa herkese pek yadigar.

Diğerinin kendine mahrem daha özel halbuki.

Kelimelerle oynayınca mı mühimleşiyor yaşantılar?
Kelime cambazlığı yaparak mı acı paylaşılır sadece?
Her dertte kendinde bir şeyler bulduğunda mı senin için umursanır bi durum olacak?

Finlandiya'da dağ evinde,markizde oturmuş,avucunda kadehi,karşısında şöminesi,kulağında odun çatırtısı.Aklında zamanında ayrıldığı sevgilisi,kalkıyor aniden.Defter kalem.Dönme dolap gibi kelimeler ortak yaşanmışlıklar.Diller de :

" vay amk adam yazmış abi "

Karşısında, bir çarşaf içinde kemik sayımı,derin göz çukuru mor mor,kanser eşi yatıyor.Elini sıkmaya mecali yok.Gözlerine bakıyor.Gözler kayıyor.Kulaklar da makinenin duraklayan sireni,kaybediyor.
Yıllar geçiyor,anlatamıyor hiç.Yine de ümidi var.Bir gün mutlaka buluşacak onunla O'nun izniyle O'nun sevgisi ile.Sabırlı görünüyor,susuyor. Diller de:

"Ya eşi öldükten sonra böyle oldu işte"

Rutinleşiyor fark etmeden her şey.Afrika'da çocukların ölmesi ne kadar normal,sıradan artık.

"Afrika'da çocuklar ölüyor." Diller de :

" Sistem böyle abi "

Kızgın toprağına diline yapıştırmış minik Odongo,Susuzluğundan güneşin alnında kavruluyor.Ailesi 10 km ötedeki çeşmeye giderken saldırıya uğradı,babasının elleri ve kollarından bağlayıp  karnına bıçak kesikleri attılar.Yarıklardan kurumuş bağırsakları çıkmaya başladı artık.Odongo'nun ağlayacak gücü kalmadı yanından bir sürü insanlar geçiyor,kadınların eteğini tutuyor annesi diye,aldırmıyorlar pek zira herkes kendi akrabalarının peşinde.  Diller de :

"uf çok etkilendim ya :(.. çocuklar ölmesin"  bunun tesiri de zaten 5-6 gün sürüyor.Herkes için değil tabii bu.

Odongo'nun anlatacak duruma bile yok.

Fakat insan umursanmak ister.Bazen yaşadığı saçma sapan acının bile yeri ayrı olsun ister.Peki ben şu an bu yaptığım tezatlığın farkında mıyım ? Evet.Bizzat bu yazdıklarıma rimel çektiğim için,kelimelerle oynadığım için abes durmuyor muyum kendimle çelişmiyor muyum? Evet bak hala...

Belki idrak edebilme ve belirtmek amacıyla yaptım ama yine de çelişkiden bir pay götürmüyor.Bunun için diğer taraftan da yazacağım,sade olandan ;

" çıldıracak gibiyim bazen "

Peki şimdi,

Meyve tabağındaki dilimlenmiş elma mı ?

Yoksa dalında duran elma mı ?

Hangisi daha makbul ?