30 Mayıs 2015 Cumartesi

Geleceğe Ağıt


Yerde duran mavi pet şişe kapağına gelişine vurmuştum, yüksekliği kaldırımla aynı hizada olan bodrum evlerinin minik penceresine çarpmıştı. "Olm bu tip evlerde yaşayan insanların hayatlarını acayip merak ediyorum ya, nasıl hayatları var kim bilir, bu evlerde yaşayan insanlar çok mutsuzlar sanki" dedim. Batuhan, "Deprem olduğunu düşünsene bi" dedi. Düşünmedim. Batuhan'a beklemesini söyleyip soda almak için köşedeki büfeye girdim. Dolaptan iki tane soda alıp tezgaha cebimdeki bozukluklarla birlikte koydum. Büfedeki amca "Açayım mı ?" dedi. "Valla iyi olur" dedim ama bir türlü açacağı bulamıyordu. "Hay allah şuralarda bir yerlerdeydi.." diye söylenmeye başladı. "Sorun değil ya açarım ben bir şekilde" derken amca "Yok ben açarım olur mu öyle şey" dedi ve soda şişesini ağzına götürdü, dişleriyle sıkıştırıp birincisini açtı. Ben amcanın şişe kapağını açarken büründüğü o surat ifadesine bakakalmışken diğer şişeyi de açtı  "Al oğlum" dedi. Sodaları aldım dışarı çıktım. Batuhan, az önceki vurduğum mavi kapağa ayakkabısının bi köşesiyle bastırıyor havaya kaldırmaya çalışıyordu. En yakın arkadaşlarımızdan biri olan Burak'ın nişan törenine gidiyorduk.

Yolda ilerlerken Burak'ın ilişki durumundan laflıyorduk. Batuhan, "O kadar ayrılıp barıştılar ama sonunda nişanlanıyorlar" dedi. "Belki nişan atarlar" dedim. Batuhan kahkaha atıp "Ya nişan atmak çok cool durmuyor mu, bir düşünsene NİŞAN ATMAK müthiş bir deyim değil mi" dedi. Birkaç kere "nişan atmak, nişan atmak" diye tekrarlayıp güldü. "Söz de bozulur derler di mi, bence bu daha havalı bi düşünsene SÖZ BOZMAK" dedim. Söz bozmanın mı nişan atmanın mı daha havalı durduğu üzerine tartışarak yürüdük, durağa vardık.

Durakta otobüs beklerken kulübe camından kendimize bakıyorduk. Birbirimizi iyi ki takım elbise giyilmesi zorunlu olan bir işte çalışmadığımızı söyledik. Takım elbiselere, o kundura ayakkabılara zor katlanıyorduk. "Bu ayakkabı çok sıktı küçük parmağımı ya toynak mı ulan benim ayağım" diye çıkıştım. "Çıkar tekrar giy" dedi Batuhan. Çıkarıp zaten sürekli köşelere vurmaktan derbeder olmuş küçük parmağımı yokluyordum. "Şu ayakkabıya amk, alaadinin sihirli lambasındaki karakterler falan giyiyordu böyle şeyler" dedim. Batuhan sivri burunlu ayakkabının moda olduğunu söyledi. O modaya küfür ettim. "Deniz paleti giysem daha rahat ederdim" diye de ekledim. Bunun hayalini kurduk, takım elbisenin altına sarı deniz paletini düşleyip gülerken beklediğimiz otobüs geldi. Bu otobüse binmemiz gerekti zaten yeterince geç kalmıştık. Ayakkabımı bir türlü giyemiyordum, zorluyordum ama topuğum bir türlü girmiyordu. Batuhan, hadi hadi diye seslenmeye başladı. "Ya yeter amna koyim yeteri kadar rezilim zaten" diye isyan edip, sivri burunlu ayakkabımı elime alıp seke seke otobüse bindim.

Otobüs oldukça kalabalıktı, ikimiz de ayaktaydık. Çok geçmeden Batuhan yüzünü buruşturmaya başladı. "Ayakkabım mı kokuyor acaba lan" diye düşünmeye başladım. Batuhan'a kaş göz ediyordum ki Batuhan'ın hemen yanında ayakta duran adamın koltuk altının Batuhan'ın kafasıyla aynı hizada olduğunu fark ettim. Batuhan çareyi kravatıyla burnunu kapatmakta bulmuştu. Bende bir elimde sivri burunlu ayakkabıyla dengede durmaya çalışıp Batuhan'a gülüyordum.

Salona girdiğimizde Burak bizi karşıladı, nerede kaldığımızı falan sordu. Cevap vermedik, yapabileceğimiz bir şeyin olup olmadığını sorduk. "Şu anlık bir şey yok ama daha sonra pasta dağıtılacak yardım edersiniz" dedi. Bir köşeye oturduk.

Batuhan bana gelecekti planlarını anlatıyordu ama kendisi de bir yandan anlattıklarına inanmıyordu. O sırada ben çalan bir şarkının sözlerine takılmıştım.

"oy farfara farfara, ateş düştü şalvara
ağzım dilim kurudu, kız ben sana yalvara yalvara"

Şalvar ve erotizmi bir şekilde bağdaştıramıyordum, kafamda oturtamıyordum. Şalvarlı bir fantezi mi anlatıyor bu şarkı, neyin yakarışı bu, neyin isyanı. Batuhan, "Olum gel senle tatlı işine girelim ya, güzel bir dükkan açarız, ya en kötüsü bayramlarda baklava falan satarız ama güzel de bi isim bulmak lazım şimdi" dedi. Şalvar ve erotizmi yan yana getirmeyi bırakıp "Öztatlıcıoğulları" dedim. Batuhan "İlla öz olması gerekiyor dimi içinde" dedi. Güldük. Şarkı devam ediyordu.

"Kızlara sıra vermiyor, KOCAMAN KOCAMAN karılaar..."

Burak bize el işareti yaptı. Yanına gittik, oynamaktan terlemişti. Mutfaktan pastaları getirip dağıtmamızı söyledi. İsteğini yerine getirmek 15 senelik arkadaşlığın bir borcuydu. Bir vefaydı. Birkaç dakika sonra her ikimizinde elinde büyük tepsiyle salona girdik. Çocuklar kollarımızı çekiştirip "abi ver abi versene" diye zorluyordu. Herkese vermeye çalışıyorduk. Kimi evdeki oğluma da alayım bir tane diye istiyordu, kimi yok ben almıyorum diye gururluca kafasını çeviriyordu. Az önce tatlı dükkanı açma hayali kuran Batuhan, çocukları elindeki pasta tepsisiyle kafalarında parçalamakla tehdit ediyordu. Takım elbiselerimizin şekli şemali kaymıştı, gömleklerimiz dışarı çıkmış, kravatlar aşağıya inmiş kol düğmeleri açılmıştı ve terlemiştik.

Dışarı çıktım az sonra Batuhan yanıma iki soda şişesiyle geldi. "Nerde buldun" dedim. Cevap vermedi, "Ya nasıl açacağız bunları ?" dedi. Aklıma büfedeki amca geldi ama kendi dişlerime o kadar güvenmiyordum. İleride bir çocuk parkı gördük oradaki demirlere vurup açarız diye düşünüp ilerledik. Batuhan soda şişesini tahterevalli demirinin arasına sıkıştırmış açmaya çalışıyordu. Birincisini açmayı başardı, ikincisini aldı onu da açtı ama çok sallandığı için soda bir gayzer gibi Batuhan'ın üzerine fışkırdı. Ana avrat sövüp şişeyi yere çarptı.

Çocuk parkındaki salıncaklara oturduk, çok hafifçe sallanıp tek bir şişe sodayı dönüyorduk. Uzun bir sessizlikten sonra ikimiz aynı anda "Yaşlanıyoruz lan" dedik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder