30 Kasım 2016 Çarşamba

O Sırada

Üniversite yıllarımda sıkça sorulan "İleride ne yapacaksın?" sorusuna "Yani herhalde aç kalmayız ya kaygılanmayın o kadar" diye yanıt verirdim. Evet gerçekten aç kalmamıştık ama olay bu muydu ? Tüm emek faaliyetlerinin karşılığını karın tokluğuna bağlayan zihnim çok yorulmuştu. O sıralar, hiç tanımadığım bir kızın, sinirden beyaz teninin şakaklarında beliren mor damarı dudaklarımla hafifçe öpüp onu rahatlattığımı düşünerek yatağıma girdim. Uyumak için 1 saatlik elektrikli süpürge sesini loop'a aldım ve kulaklığımı takıp uzandım.

10 yıl sonra uyandım. Kulaklığı çıkarttıktan sonra bile elektrik süpürgesi çalışmaya devam ediyordu kulaklarımda. 10 yıl sonra uyanmamı ailem anormal karşılamıyordu başlarda. "Aa Gregor Samsa'da böcek olduğunda kimse garipsemiyordu bu durumu ehehe" diye aklımdan geçirmiştim.

1 hafta sonra baş ağrım kesilmişti. Bir şey düşünmüyor alelade bir yere bakıp kalıyordum. Yine tam da böyle bir anımda bir mesaj aldım. "Saat 14.00'de Gördesliler Kıraathanesinde buluşuyoruz."

Mesajı atan kişi yakın arkadaş grubumdan Burak'tı. Bir grup buluşması olacaktı bu, tabii yıllar sonra. Burak geçen zaman zarfında asker olmuş, uzman çavuş rütbesinde ordunun bir elemanıydı. Ben 10 yıl boyunca rahat uyuyayım diye yeri geldiğinde nöbet tutmuştu, yeri geldiğinde yılan eti yemişti. Belki de yememişti bilmiyorum. Fakat buluşmaya asker üniformasıyla gelmişti. Burak'ın askeri üniformasıyla çay içişine bakarken Furkan'da gelmişti.

Furkan, Bolu İzzet Baysal Üniversitesinde akademisyen olmuştu. Hayallerinin peşinden koşmak ifadesi onu anlatmaya yetmezdi. Onun hayalleri kızgın bir kuma gömülüydü ve o tırnaklarıyla kazmıştı ulaşmak için. Yorulduğunda nohut yiyordu, anımsarım. Bir süre bize Bolu'dan bahsetti, yeri geldiğinde övüyor, Bolu'nun tarihsel dokusunu ve mimari alt yapısını bizlere anlatıyordu. Tam coşku içinde Bolu'nun şehir planlamasını överken bir an duraksadı. Yalnız dedi, birkaç mühendis takımı var uzay aracı geliştirmeye çalışıyorlar, acayip uyuz oluyorum, Bolu'nun kültürel yapısını bozuyor, diyerek celallendi. "Batuhan nerede kaldı?" dedim. Furkan, "İşte geliyor bizim Kuzey İrlandalı" dedi.
Kuzey İrlandalı mı?

Öğrendiğimde şaşırmıştım. Batuhan, geçen 10 yıl içinde bir şekilde yurt dışına çıkmayı başarmış Kuzey İrlanda'ya yerlemişti. Bu yerleşme onu oldukça milliyetçi ve Türkçesi bozuk bir birey haline getirmişti. Dikkat ederseniz birey diyorum. Furkan, "Nasıl abi İrlanda ? İngilizlerle nasıl araları ?" diye sormuştu. "Yahh bilmiyorum biz İrlanda'da çok fazla sıkıntı yaşıyor yah, yani, Kuzey İrlanda'nın başkentini kimse bilmez ama İrlanda dersen eğer yani herkes bilir yah Dublin" demişti Batuhan. Burak, "Neden almancı gurbetçiler gibi konuşuyorsun?" diye sorduğunda Batuhan, "Biz de genetik" demişti.

Aralarında sıkı bir sohbet başlamıştı, yeri geliyor masadan kahkahalar yükseliyor. Yeri geliyor herkes elindeki telefonuyla ilgileniyordu. Burak dertlenmişti, ilk erkek evladını 5 yaşında sünnet ettirmiş tören de yapmıştı, iki hafta önce yeniden baba olmuştu. Yine erkekti. "Biraz daha bekleseydim aslında" dedi, "ikisini aynı anda yapardım şimdi masraf çıkacak yine."

Furkan, kendi jargonunda Türkiye'deki akademik problemlerin izdüşümsel sorunlarını kuramsal çerçeveden anlatırken, Batuhan onu "Ya burda Kuzey İrlanda anahtarlıkları var mıdır?" diye kesti. Burak, bir selfie çubuğu çıkarmış(evet 10 yıl sonra modası geçmemiş yani) "hadi gençler bir poz verin bakalım" demişti. "Yıllar bizi eskitse de, anılar bizi diriltir, hayat kısa, anılar uzun" başlıklı Burak'ın koyduğu bu fotoğrafa baktığımda kendimi masa örtüsündeki desene bakarken görmüştüm.

10 yıl önce futbol tartışırken aslında ne kadar gereksiz bir tartışma olduğunun bilincindeydik ama yine de tartışılırdı. Bu gelenek değişmemiş, sıkı bir futbol tartışması yaşanıyordu, Furkan, Batuhan'a hakaretler yağdırırken, Burak, Serdar'ı çağırmayı unuttuk dedi. Herkes sustu. Bir süre sonra tekrar muhabbet kaynamış yeri geldiğinde en bariz argo küfürler savruluyor, yeri geldiğinde Bolu'nun tarihsel alt yapısı ve Türkiye'deki bilime katkısı tartışılıyor, yeri geldiğinde Kuzey İrlanda'daki dönercilerin yaşadığı sıkıntılar tartışılıyordu.

Tam o sırada, oturduğumuz masanın üzerine bir gölge düştü. Yukarı baktığımda ilk başlarda dev bir baklava tepsisine benzettiğim daha sonraları gerçekten uçan bir devasa baklava tepsisi olduğunu öğreneceğim bir cisim yerleşmişti. Tabanındaki yazıyı okumuştum
 -Bolu Astronomi ve Uzay Araştırmaları Derneği-

Mühendis arkadaşım Nuri, "Burası çok soft bir mekan ya inemem buraya" demişti. Serhat, Nuri'ye biraz daha yaklaşmasını, beni kurtarmaları gerektiğini söylüyordu. Serhat "Göbek bağı falan mı sarkıtsak acaba? diye sorarken, Nuri, Nirvana'nın hangi şarkısında geçiyordu ya göbek bağı ile tırmanmak diye düşünüyordu. Bir süre sonra dev bir baklava tepsinin üzerinde yükseliyordum. Serhat, "Hoşgeldin yeni bir hayata hazır mısın?" deyip bana sarıldı ve sonra Nuri'ye dönüp "Beylikdüzü gezegenine gidiyoruz, sür" dedi. Aşağıya baktığımda, Furkan, yerde sinir krizi geçiriyor, bir yandan ağzına nohut tıkıyorlardı, Batuhan ay-yıldızlı kemerini yukarı doğru sallıyor Türkiye Türktür Türk kalacak sloganları atıyordu. Burak ise selfie çubuğunu çıkarmış, uçan baklava tepsisini kadraja alarak asker selamı durmuş selfie çekiliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder