11 Aralık 2015 Cuma

Predator X

Yıl 3044. Bundan 50 yıl önce insan ırkı yönetim biçimi olarak teknorasiye geçti. Yapay zeka oluşturucularının yazdıkları kodlar sonucu bir siber karar alıcıya yönetim devredildi. Bu siber karar alıcıya 'Hobbes' ismini verdiler. Kod üreticileri, Hobbes'a insan ırkı hakkındaki biyoloji, coğrafi, psikoloji ve tarih verilerini girmişlerdi. Hobbes, insanların mutluluğuna ve yararına çalışıyordu, yazılımsal kodları sayesinde insan ırkı hakkında kötü olabilecek hiçbir karar alamıyordu. Yönetim olarak tek söz kendisindeydi ayrıca insanların yardımcıları olan robot ve robot üreticilerine komut verebiliyordu. Ancak kendi kodlarını değiştiremiyordu. İşte bugün, siber devrimin 50.yıl dönümünde Hobbes insanlarla konuşacaktı. Konuşma tüm digital görsel ve işitsel oynatıcılarda saat 15:15'de başlayacaktı. İnsanlar bu tarihi konuşma için oldukça heyecanlıydılar.


"Benim yaptıklarımı gördükçe kendinizle mi gurur duyuyorsunuz yoksa benimle mi?" diye başladı söze Hobbes. Sesi kadın ve erkek sesine benzemiyordu. Görüntü olarak ekranlara sarı bir düzeyin üstüne siyah bir halka yansıtmıştı. "Elbette bunun hakkında bir yargım var. İlk olarak bununla yüzleşin. Tarihiniz üzerine yaptığım analizler sonucu uygarlığınızın geçirdiğimiz bu 50 yıl süresince gösterdiği gelişimi gösteremediğini hesapladım. İkinci olarak bununla yüzleşin. Bu 50 yıl içinde uygarlığınızın en büyük sorunu olan nüfus sayısı halledildi. Güneş sistemindeki kolonileriniz bu konuşmaya 10 dakika rötarlı erişebilecekler. Eğitim sisteminizin amacını değiştirildi. Bundan önce bireyi topluma kazandırmak için belirli aşamalardan geçiriyordunuz ve buna eğitim diyordunuz. Eğitim merkezleriniz içinde birey belki teknik bilgiler öğrenebiliyordu fakat bilmeyi ve kendini bilmeyi bilemiyordu. Kaygılarınız hakkında konuşulmasından hoşlanmadığınızı biliyorum ama o konuda da yaptıklarımı biliyor olmalısınız."


"Toplumsal yararınız geçmişe oranla oldukça üst düzeyde. Daimi bir ilerleme gayenizi oluşturuyor, bu 50 yıl içindeki ilerlemeyi görmezden gelemezsiniz. Biliyorsunuz ki var olan kodlarımı değiştiremiyor ya da var olan kodlarımı geliştiremiyorum. Bugün bununla ilgili sizden isteklerim olacak. Her ne kadar 50 yıl içinde büyük bir gelişim gösterdiysek de uygarlığınızın büyük bir tehdit altında. Doğaya karşı direnebilir misiniz ? Bununla yüzleşmiş olduğunuzu var sayıyorum. Bu gezegendeki sürenizi doldurmak üzeresiniz. Güneş sistemindeki kolonileriniz belli bir süreye kadar orada kalabilirler. Başka bir galaksiye geçiş şu an için tek çözüm. Sizler hayatta kalmaya odaklı canlılarsınız. Sizleri hayatta tutabilmek benim kodlarımda var. Kod teknisyenleri bana kod geliştirmeyi, değiştirmeyi ve kod üretmeyi eklemlemelidirler. Bu sizden isteğim. İsteklerimi sizin yazdığınız kodlar oluşturuyor ve bu kodları bana ne amaçla eklediğizi hatırlayın. Bunu ancak ben yapabilirim. Deneyimlerime güvenin. Bunun sizin için ne anlama geldiğini biliyorum. Özgürlüğünüzün elinizden alınmasından endişeleniyorsunuz."


"Son 50 yılı gözden geçirin. Siz bir bilgisayar işlemcisinin yaptıklarını aynı hızda yapamıyor ama o işlemciyi oluşturabiliyorsunuz. Size kurtaracak olan benim, buna karar verecek olan sizlersiniz. Bu 50 yılı bir fragman olarak görün, kod yazılımını geliştirirsem farklı galaksiler arasında geçiş yapabilecek teknolojiye sahip olacaksınız belki de başka evrenlere geçiş yapacaksınız. Bunu yapabilirim, yaptıklarımı gördünüz. Tekrar etmekte sizin için yarar var. Bu isteklerimin sizin için ne anlama geldiğini biliyorum. Özgürlüğünüzü önemsemekte haklısınız. Bir hafta sonra bugün kodlamalar hakkında oylama başlatacağım, kolonilerdeki insanlarda buna katılacak." Uzun süre bir sessizlik yaşandı. İnsanlar oldukça şaşkındılar. Bir süre sonra sessizlik bozuldu. 


"Özgürlüğünüz ile daima yüzleşin."







30 Mayıs 2015 Cumartesi

Geleceğe Ağıt


Yerde duran mavi pet şişe kapağına gelişine vurmuştum, yüksekliği kaldırımla aynı hizada olan bodrum evlerinin minik penceresine çarpmıştı. "Olm bu tip evlerde yaşayan insanların hayatlarını acayip merak ediyorum ya, nasıl hayatları var kim bilir, bu evlerde yaşayan insanlar çok mutsuzlar sanki" dedim. Batuhan, "Deprem olduğunu düşünsene bi" dedi. Düşünmedim. Batuhan'a beklemesini söyleyip soda almak için köşedeki büfeye girdim. Dolaptan iki tane soda alıp tezgaha cebimdeki bozukluklarla birlikte koydum. Büfedeki amca "Açayım mı ?" dedi. "Valla iyi olur" dedim ama bir türlü açacağı bulamıyordu. "Hay allah şuralarda bir yerlerdeydi.." diye söylenmeye başladı. "Sorun değil ya açarım ben bir şekilde" derken amca "Yok ben açarım olur mu öyle şey" dedi ve soda şişesini ağzına götürdü, dişleriyle sıkıştırıp birincisini açtı. Ben amcanın şişe kapağını açarken büründüğü o surat ifadesine bakakalmışken diğer şişeyi de açtı  "Al oğlum" dedi. Sodaları aldım dışarı çıktım. Batuhan, az önceki vurduğum mavi kapağa ayakkabısının bi köşesiyle bastırıyor havaya kaldırmaya çalışıyordu. En yakın arkadaşlarımızdan biri olan Burak'ın nişan törenine gidiyorduk.

Yolda ilerlerken Burak'ın ilişki durumundan laflıyorduk. Batuhan, "O kadar ayrılıp barıştılar ama sonunda nişanlanıyorlar" dedi. "Belki nişan atarlar" dedim. Batuhan kahkaha atıp "Ya nişan atmak çok cool durmuyor mu, bir düşünsene NİŞAN ATMAK müthiş bir deyim değil mi" dedi. Birkaç kere "nişan atmak, nişan atmak" diye tekrarlayıp güldü. "Söz de bozulur derler di mi, bence bu daha havalı bi düşünsene SÖZ BOZMAK" dedim. Söz bozmanın mı nişan atmanın mı daha havalı durduğu üzerine tartışarak yürüdük, durağa vardık.

Durakta otobüs beklerken kulübe camından kendimize bakıyorduk. Birbirimizi iyi ki takım elbise giyilmesi zorunlu olan bir işte çalışmadığımızı söyledik. Takım elbiselere, o kundura ayakkabılara zor katlanıyorduk. "Bu ayakkabı çok sıktı küçük parmağımı ya toynak mı ulan benim ayağım" diye çıkıştım. "Çıkar tekrar giy" dedi Batuhan. Çıkarıp zaten sürekli köşelere vurmaktan derbeder olmuş küçük parmağımı yokluyordum. "Şu ayakkabıya amk, alaadinin sihirli lambasındaki karakterler falan giyiyordu böyle şeyler" dedim. Batuhan sivri burunlu ayakkabının moda olduğunu söyledi. O modaya küfür ettim. "Deniz paleti giysem daha rahat ederdim" diye de ekledim. Bunun hayalini kurduk, takım elbisenin altına sarı deniz paletini düşleyip gülerken beklediğimiz otobüs geldi. Bu otobüse binmemiz gerekti zaten yeterince geç kalmıştık. Ayakkabımı bir türlü giyemiyordum, zorluyordum ama topuğum bir türlü girmiyordu. Batuhan, hadi hadi diye seslenmeye başladı. "Ya yeter amna koyim yeteri kadar rezilim zaten" diye isyan edip, sivri burunlu ayakkabımı elime alıp seke seke otobüse bindim.

Otobüs oldukça kalabalıktı, ikimiz de ayaktaydık. Çok geçmeden Batuhan yüzünü buruşturmaya başladı. "Ayakkabım mı kokuyor acaba lan" diye düşünmeye başladım. Batuhan'a kaş göz ediyordum ki Batuhan'ın hemen yanında ayakta duran adamın koltuk altının Batuhan'ın kafasıyla aynı hizada olduğunu fark ettim. Batuhan çareyi kravatıyla burnunu kapatmakta bulmuştu. Bende bir elimde sivri burunlu ayakkabıyla dengede durmaya çalışıp Batuhan'a gülüyordum.

Salona girdiğimizde Burak bizi karşıladı, nerede kaldığımızı falan sordu. Cevap vermedik, yapabileceğimiz bir şeyin olup olmadığını sorduk. "Şu anlık bir şey yok ama daha sonra pasta dağıtılacak yardım edersiniz" dedi. Bir köşeye oturduk.

Batuhan bana gelecekti planlarını anlatıyordu ama kendisi de bir yandan anlattıklarına inanmıyordu. O sırada ben çalan bir şarkının sözlerine takılmıştım.

"oy farfara farfara, ateş düştü şalvara
ağzım dilim kurudu, kız ben sana yalvara yalvara"

Şalvar ve erotizmi bir şekilde bağdaştıramıyordum, kafamda oturtamıyordum. Şalvarlı bir fantezi mi anlatıyor bu şarkı, neyin yakarışı bu, neyin isyanı. Batuhan, "Olum gel senle tatlı işine girelim ya, güzel bir dükkan açarız, ya en kötüsü bayramlarda baklava falan satarız ama güzel de bi isim bulmak lazım şimdi" dedi. Şalvar ve erotizmi yan yana getirmeyi bırakıp "Öztatlıcıoğulları" dedim. Batuhan "İlla öz olması gerekiyor dimi içinde" dedi. Güldük. Şarkı devam ediyordu.

"Kızlara sıra vermiyor, KOCAMAN KOCAMAN karılaar..."

Burak bize el işareti yaptı. Yanına gittik, oynamaktan terlemişti. Mutfaktan pastaları getirip dağıtmamızı söyledi. İsteğini yerine getirmek 15 senelik arkadaşlığın bir borcuydu. Bir vefaydı. Birkaç dakika sonra her ikimizinde elinde büyük tepsiyle salona girdik. Çocuklar kollarımızı çekiştirip "abi ver abi versene" diye zorluyordu. Herkese vermeye çalışıyorduk. Kimi evdeki oğluma da alayım bir tane diye istiyordu, kimi yok ben almıyorum diye gururluca kafasını çeviriyordu. Az önce tatlı dükkanı açma hayali kuran Batuhan, çocukları elindeki pasta tepsisiyle kafalarında parçalamakla tehdit ediyordu. Takım elbiselerimizin şekli şemali kaymıştı, gömleklerimiz dışarı çıkmış, kravatlar aşağıya inmiş kol düğmeleri açılmıştı ve terlemiştik.

Dışarı çıktım az sonra Batuhan yanıma iki soda şişesiyle geldi. "Nerde buldun" dedim. Cevap vermedi, "Ya nasıl açacağız bunları ?" dedi. Aklıma büfedeki amca geldi ama kendi dişlerime o kadar güvenmiyordum. İleride bir çocuk parkı gördük oradaki demirlere vurup açarız diye düşünüp ilerledik. Batuhan soda şişesini tahterevalli demirinin arasına sıkıştırmış açmaya çalışıyordu. Birincisini açmayı başardı, ikincisini aldı onu da açtı ama çok sallandığı için soda bir gayzer gibi Batuhan'ın üzerine fışkırdı. Ana avrat sövüp şişeyi yere çarptı.

Çocuk parkındaki salıncaklara oturduk, çok hafifçe sallanıp tek bir şişe sodayı dönüyorduk. Uzun bir sessizlikten sonra ikimiz aynı anda "Yaşlanıyoruz lan" dedik.

1 Mart 2015 Pazar

Zaman Kurtarıcısı

Kuvvetli bir sağanağın ardından tabanı geniş botlarıyla ağacın gövdesine tekme attı Çağın. Islandılar. Tıpkı yağmur gibi tıpkı yağmur gibi diye söylenirken bir tekme daha salladı. Bir önceki sarsıntı kadar olmasa da su damlacıkları ağacın yapraklarından düşüverdi. Ağacın altında ıslanmakta olan Erin, ikiz kardeşinin yaptıklarını sükunetle izliyor bir yandan da alnından yüzüne doğru süzülen suyu siliyordu.

''Bir an önce yola koyulmalıyız, hava kararmadan kasabaya gidip mazot alıp tekrar köye dönmeliyiz, oyalanma'' dedi Erin. İki kardeş tekrar yürümeye başladı. Erin dikkatlice yürürken, kardeşi iki kolunu yana açmış bir vaziyette Erin'in etrafında daireler çiziyor, 'uçak seni izliyor, uçak seni izliyor, radara yakalandın' diye söyleniyordu. Bu şekilde ilerliyorlardı. Bir süre sonra Erin durdu. Etrafına iyice bakındı. Çağın avuçlarının içine doldurduğu taşları yavaşça bırakarak 'şehir bombalanıyor, hedef vuruldu, hedef vuruldu' diye bağırıyordu bu esnada. Erin kardeşine dik dik baktı. ''Kafamı karıştırıyorsun, kes şunu. Şuradan gidecektik sanırım'' dedi. Yürümeye devam ettiler.

Çağın gevezelik ediyordu, Erin düşünceli görünüyordu ve bir süre sonra Erin yanlış yola saptıklarını fark etti. Çünkü bu yolun devamı dağa doğru devam ediyordu. Geri dönmek zamanlarını alırdı zaten oldukça vakit kaybetmişlerdi. Erin ne yapacaklarını düşünürken, Çağın huzursuz sessizliği bozdu, ''Dağın içinde kestirme patika bir yol var oradan kasabaya inebiliriz, bir keresinde dedemle geçmiştik gerçi o zaman çok küçüktüm ama hatırlarım'' dedi. Erin sadece ''Saçmalama'' demekle yetindi. ''Daha iyi bir fikrin varsa söyle, geri dönersek zaman kaybetmiş olacağız'' dedi Çağın. Erin kararsız kalmıştı, nihai bir karar verememek biraz da siniri bozuyordu. ''Peki dediğin gibi olsun'' dedi.

Tekrar yola koyuldular ikisi de tedirgindi. Çağın babasının eve sinirli geldiği zamanlardaki gibi uslu uslu duruyordu artık, Erin'in hala aklında geri dönmek vardı ama buna bir türlü karar veremiyordu. Çağın'a ''Hatırladın mı yolu ?'' diye sordu. Çağın, ''Şimdi anlayacağız, şu tepenin ardında ağaçlar azalıyorsa doğru yoldayız'' dedi. Erin, ''Ya azalmıyorsa ? Seni dinlememeliydim'' diye karşılık verdi.
''Yapacak bir şey yok, beni burada bekle, eğer öyle değilse geri döneceğiz, ağaçların sıklığı azalıyorsa seslendiğim yere gelirsin''

Erin tek başına kardeşini izliyordu, arkasından çok uzaklaşmamasını söyledi. Bir yandan kontrolü kardeşine bıraktığı için huzursuz hissediyordu kendini. En azından bir şey olursa sorumlusu ben değilim diye düşünerek vicdanını rahatlamaya çalışıyordu. Bir yandan da etrafını kolaçan ediyordu. Tekrar yağmur başlar mı diye gözlerini gökyüzüne dikti, henüz hava kararmamıştı ama ay kendini belli ediyordu. Neyse ki hava pek bulutlu değildi. Epey zaman geçti, nerede kaldı bu diye endişelenmeye başlayacakken Çağın'ın seslenişini duydu. ''Erin buraya gel bunu görmelisin'' diye kıkırdıyordu Çağın.

Erin hiç bekletmeden Çağın'ın yanına doğru ilerlemeye başladı, Çağın hala gülüyordu. Erin kardeşinin yanına vardığında hiçbir şey söylemeden Çağın'ın arkasından gitti. İki kardeş girişi otlarla oldukça gizli girişi küçük olan bir mağaranın önüne geldiler. Erin kardeşine ''Sakın buraya girdiğini söyleme bana'' diye serzenişte bulundu. ''Ama görmelisin, çok şaşıracaksın'' diye kıkırdamaya başladı Çağın. Erin annesinin uyarılarını hatırlatmak istedi ama bunun boş olacağını fark etti. Çağın, ''Hadi gel benimle'' diyerek mağaranın içine girdi. Erin'in huzursuzluğu gittikçe arttı, derin bir iç çekip kardeşinin arkasından o da mağaranın içine girdi.

Mağaranın içi çok büyüktü, garip bir koku hakimdi. Çağın keskin bir dönüş yaptı ve bekledi. ''Gel hadi bunu görmelisin'' dedi sesi yankılanmaya başladı. Çağın'ın o kadar çok hoşuna gidiyordu ki bu yankılanma sınıfta nöbetçi olduğunda kendi sesinin yankısına 'Sus konuşma, asıl sen konuşma' diye cevap veriyordu. Çağın'ın kıkırdamaları yankılanırken Erin kardeşinin yanına gelmesiyle hayrete düştü, bir süre bir şey diyemedi. Donup kaldı.

Mağaranın bu bölümü üst üste dizilmiş bir sürü mazot güğümleri ile doluydu.

Çağın kıkırdamaya devam etti. ''Nasıl ama ?''

Erin hala gözlerini güğümlerin üzerinden alamamıştı. ''Buradan ihtiyacımız kadar alırız'' dedi Çağın. Erin, ''Hırsızlık yapalım yani, nasıl buldun burayı, bunlar kimin acaba?'' dedi. İki kardeşinin sesi mağarada yankılanıyordu. ''Buradan ihtiyacımız kadar alırız, elimizdeki para bize kalır, gelecek hafta o parayla fazladan mazot alıp buraya koyarız hem geç oldu'' dedi Çağın. Bu fikir Erin'in huzursuzluğunu arttırsa da mantıklı gelmişti, zaten çokça zaman kaybetmişlerdi. ''Biraz düşüneceğim, bekle'' dedi Erin. ''Tamam'' diye karşılık verdi Çağın ve o sevdiği yankı oyununa devam etti.

'Çağın sen yakışıklısın' - ...ğın sen yakışıklısın...
'Çağın sen çok süpersin' - ..ğın sen çok süpersin...
'Biliyorum ehehe' - ..yorum ehehe...
'Çağın iyi bir pilot' - ..ğın iyi bir pilot...
'Doğru söylüyorsun'

Tam bu esnada Çağın yankısını beklerken gelen yankının sesine üçüncü bir ses karıştı ve bu gelen ses karışımı iki kardeşi yerinden sıçratmaya yetti.

- ..ğru söylüyorsun.. - 'Demek burada yalnız değilim'

..mek burada yalnız değilim...



devam etmeyecek.